19 Mart 2010 Cuma

gitmek

gitmek istiyorsun, gitmek! yani bir ölçü yitmek istiyorsun buralardan, bu insanlardan. bu koku benim de içimi bulandırıyor, kusamıyorum lafla. her gece yürümek istiyorum, yani bir karanlığın içine girmek istiyorum, yani yitirilmek istiyorum, olmuyor. bu şehirde nöbetçi ışıklar sönmüyor.annem telefon ediyor her akşam.hep bir yerlerde var oluyorum. apaydınlık çağlarda körleşmek istiyorsun. ışıklara karışmak, ışığın içinde gözlerin kapansın, körleş istiyorsun. bir yolun var sanıyorsun. duraksız bir yol yok: her yol iki yer arası ya da her yer iki yol arası...bir yerlerden başka bir yerlere gidiyorsun. aynı gövde, aynı baş içinde kalıyorsun. ben de istiyorum bazen daha küçük bir gövde, daha başka bir baş. olmuyor. kendimden ne etsem yitemiyorum. bilmedik sokakların tedirginliği yok içimde. her yolu birbirine benzetiyorum. işte ağzımda bilmem kaç sözcük, onlarla gidip gelip, onlara dönüp duruyorum. çıkar yol imgelemimde yok, belki bir çıkmaz sokakta doğdum diye. gidebilecek olan hiç durmasın.

ampop-ordinary world -çok dinliyorum-

17 Mart 2010 Çarşamba

öyle fena bir sevinç ki üzülünecek bir şey kalmadığından düştü içime. kaç geceyi sabah ettim, geçmiyor. kendime çatıyorum, geçmiyor.yaksam olmuyor yansam olmuyor...hani bayılmadan önceki son nefesinde doğar ya içine, öyle işte.

rasyolaşmaktayız mütemadiyen

öyle bir rasyolayım ki hani sırf zorunda olduğum için son sınava haftalar öncesinden çalışayım. kendiliğimden akademik yazılardan çala çırpa- görmüş geçirmiş dönmüş de alaya alıp tozunu attırır- yazılar yazayım kuytu köşe dergilere. her yıl ocak ayı alıp ocak ayını doldurup unuttuğum bir ajandam olmasın. sırf ajanda yapraklarını doldurmak için bir şeyler yapayım. gazete okuyayım. bilmek için, zaman zaman lafa girebilmek için, 'best of' albümleri satın alayım. seveyim sevmem lazım gelenleri. neye burun kıvrılacağını sezebilir hale geleyim. bir takım duyarlıklar edineyim gelecek çağdan. tıbbi terimler, psikanalizler kullanayım - elbette konuya hakim olmamakla birlikte- gibi parantezlerle satırları aralayarak. öyle ki bunlar aralanmış iki kadın bacağı gibi cezbetsinler ukala adamları. ve ben tam da rasyomda büyüttüğüm gibi büyümüş rasyotik bir kadın olayım. benim dışımda her şey tipikleşsin artık, artık ben de her şeyi bir şeylerinden ikiye üçe beşe ayırayım ve onun gibileri bileyim hep evvel zamanki deneyimlerimden. değilse de doğru dursun, olası olsun, vakur öngörülerim. ve insanları saymadan seveyim, beklenecek şeyler tüketilmiş, bizzat tarafımca üretilmiş olsun. sanki topluma kıyak çekiyormuşum gibi toplumsallaşarak, ama vurgulanmadan topluluklarda-çünkü öylesinin daha makbul olduğunu bilerek- yaşamaya başlayayım. haydi...

12 Mart 2010 Cuma

başardım mı yahu? zaman alıyor ama...

9 Mart 2010 Salı

klostrofobik bir yanılsama olarak özeleştiri

elinin gittiği her kapı bir balkona çıkar. aynı şeye bakar. bir yola çıkmaz. bir yere çağırmaz. bir yerden çıkartmaz.
her kapı bir sokak umudu verir. açmadıkların kadar umudun olur. klostrohobi mutluluktur.
bu odadan yalnız girdiğin kapıdan çıkarsın.
ki bu da bir gidiş değil, zavallı bir dönüştür.

8 Mart 2010 Pazartesi

gelecek program

şöyle tiyatral pozlarla, bir ton pesten konuşsam elimde tükenmiş bir sigarayla...ha? hoş olur aslında. öyle uzun uzun cinsel kimlik, kadın hakları, postmodern şiir, brezilya sineması, (argolu) emperyalizm ukalıkları, bloglarlarda tırnaklı parantezli arial makaleler üstelik öztürkçeleri tercih edilmiş sözcüklerin, ah bir de psikanaliz yapsam kim anlayacak rahatlığıyla, üstelik diplomalı diplomat çalımını helalinden haketmişken...radikalde bile yazarım. elimde kahve, fiskos masasında bir roman, siyah ipekli gömlek, saçlar özensiz bir fotoğrafım olur hürriyet pazara verdiğim röportajdan....entellektüel arkadaşlarım da olur. istanbul'da da yaşarım. mütevazi olur toplu taşıma kullanırım valla. halktan koparmamalı kendini yazar.
olabilir bence biraz uğraşsam.

4 Mart 2010 Perşembe

dost ağıtı

dargınım. yalancısınız. istemeden öylesiniz. tüm insanlar, gereğinden fazla hin düşünür oldunuz. çok düşünüyorsunuz. pek az üzülür, pek nadir ağlarsınız. güçlüsünüz, zekisiniz. sizinle yaşanmaz. boğazınız kırk düğüm. sonracısınız. hayalci değilsiniz, plancısınız. incesiniz, naziksiniz, kibarsınız. kırılgansınız, dokunamıyorum. anlamcısınız. tedirginim sizinle. düzencisiniz, sıralısınız, sayıcısınız. mayanızda anason yok, sağlamcısınız, sağlamsınız. insansı değilsiniz, kusurunuz az.kusurlarınızı kapatırsınız. yüzünüzü kapatırsınız. renksizsiniz, sözsüzsünüz. kötü kokmazsınız, çok sağlıklısınız, güzelsiniz. sizin kalbiniz içinize gömülmüş, ulaşılmazsınız. kofsunuz, gamsızsınız, somurtkansınız. her gün dersiniz şunu yaparım, her gün aynısınız, tutarlısınız.
ay dost, sanki haramsınız.sanki çürümezsiniz hiç. hani çamurunuz nerede? nerede tırnak içlerinizdeki kirler? ter kokunuz nasıldır? ağzınızda toprağınızdan kalma sözleriniz yok mudur? yok mu gırtlığınızda bir kalın k, bir yumuşak g? kabalaşmaz mısınız? hani içiniz nerede? tohumunuz mu kayıp? nerde düşürdünüz? korkuyorum sizden. dargınım. özünüze uzaksınız, kıramıyorum mesafenizi. acı balınızın tadını bilmiyorum. bir ateş sesi gelmiyor içinizden. siz soğumuşsunuz, kül olmuşsunuz.posanız çıkmış sizin. siz akılsızlığınızı yitirmişsiniz. yitmişsiniz. ağıdınız bana kaldı.


-belki de fazla türk filmi izledik canım kardeşim.



2 Mart 2010 Salı

sağlık mahallesi 12. sokak

çocukluğum bir çıkmaz sokakta geçti. mahalle derdik.tüm mekan işte o dar kaldırımlı; eski asfalt yoldu. hiçbir tarafı denize ulaşmazdı. aslında benim geç yaşlarıma dek denize kıyısı olan bir kent değildi yaşadığım. komşu çocukları çoktu akranım olan, arkadaşlarım, halise, perihan ve betül'dü. halise ve perihan kardeşler. ikisi de evli; perihan'ın iki çocuğu var şimdi. halise iki yaş büyüktür bizden ama zaman zaman halise abla derdik, oralarda racon öyleydi. betül'ün annesi namütenahi bir kadın idi. değilse de mahalle öyle zannederdi. halise ve perihan'ın annesi, nadide teyze, cahil ve erkek bir kadındı. çok balkon yıkardı. babaanneleri halise teyze güleç, şişman ve eli lezzetli bir kadındı. bakkaldı. bir keresinde bakkalından turşu çalıp perihan'la bir iki kilo turşu yemişiz. sonra hasta olmuşuz. bize oklavayla vurmuştu halise teyze. utanmıştım. çünkü ben öyle şeyler yapmazdım, perihan'ın başının altından çıkmıştı bu iş. anneannem penceren halise teyze'ye kızmıştı. anneannem mahallenin en yaşlısıdır. sol bacağı abimin haylazlık ettiği bir gün arka avluda düştüğünde kırılmıştı. ondan sonra pek sokağa çıkmaz olmuş anneannem. yani neredeyse otuz yıldır hemen hemen hiç dışarı çıkmaz. korkuluklardan beni izler,ara sıra terlediğimi söylerdi, sırtıma bez yatırırdı. ön bahçemizde bir basket potası vardı, abimin çocukluğundan. iki somya karşılıklı bakardı. dedem kahverengi çiçekli minderde otururdu, hep bir şeyler anlatır meyve yerdi. ben sokakta ip oynardım, sek sek oynardım, bisiklet sürerdim. akşama doğru arkadaşlarla çekirdek çitlerdik, firik zamanı firik yerdik. halise teyze anneannemin beyaz korkuluklu pencerisinin karşı kaldırımından kendine küçük gelen tahta bir sandalyede otururdu. bakkalının bir tabelası bir ismi yoktu kaldı ki pek müşterisi de yoktu. o yoldan geçenlere laf atar bu yolla zorla bir şeyler satardı. oğlu yani koreli memet amca eski polis ama ben onu bildim bileli işsizdi. pek efendi ve pek içkiciydi. anlatmışımdır bir yaz akşamı tüm mahalleli balkonda otururken tam da karşımızdaki balkonda silahını başına dayayıp intihar etti. ben gördüm. yine sarhoş geldiği bir gece perihan'a "silahımı getir" dedi. bunu galiba arada bir derdi. perihan korktu, halise teyze küfrederek vermesini söyledi. sıkacağını düşünmemişlerdi. annem "aylin gir içeri" dedi. belki de koreli memet amcanın duyduğu son ses "aylin gir içeri"ydi. ne saçma.
sonra halise teyze de öldü. sonra dedem de öldü. sonra ses yapıyoruz diye üstümüze su döken, mahallede kimsenin sevmediği amca da öldü, adını unutmuşum.
bir at arabası gelirdi her akşamüzeri. atın arkasında dönerli bir mekanizma üzerinde beş altı tane salıncak gibi oturak vardı. teypten cızırtılı bir türkü şarkı karışımı çalar, şarkının başlamasıyla küçük küçük çarklar döner mavi tahta oturaklar havalanırdı. mahallenin tüm çocukları ona binerdi, ben tehlikeli olduğunu düşündüğü için dedem binmezdim. onun geleceği saatler anneannem bir bahaneyle beni eve çağırırdı. ben de anneannemin sandalyesinden izlerdim. anneannemin sandalyesi sanki bir yere gitme isteğini dahi içine çeker, oturanı sanki yok ederdi. ben de yok olarak cızırtılı şarkının bitmesini beklerdim.
sonra dondurmacı amca gelirdi. annem okuldan dönerdi o saatlerde. annem limonlu, ben çikolata kaymak yerdim. annemin gelişi, iki sebepten beklenirdi bu yüzden. belki de annem de dönmeyi aynı iki sebepten arzu ederdi.
sonra okula başladım. teyzem anneannemle bizim ev arasındaki kata taşındı. bizim avludan kaldırım geçecek dendi, belediye yıkmadan dedem bahçemizi yıktı. kaldırım yıllarca geçmedi. babam bizim evin bitişiğindeki yorgancının kapanmasıyla (kimse sırma yorgan almıyordu artık) dükkanı garaj yaptı.
ben ilkokulu bitirince (gittiğim okul küçük ve eski olduğundan ilköğretim olamamıştı) taşındık. mahalleyi ilk ziyaretimizde balkonda çay içip çiçeklerini izleyen teyzem bizim arabadan indiğimizi görür görmez ağladı. dedem pijamasıyla dışarı çıktı. inşaat işlerinden zevk alırdı. teyzeme bakıp kafasını çevirdi. sırtıma vurdu, babacan bir tavırla içeri itti. hani sanki hiç ayrılmayacakmışım gibiydi.

1 Mart 2010 Pazartesi

bu yaşamak biçiminden gözüm kararıyor bazı sabahlar, hele açsam (ki doymayı sevmiyorum bilhassa sabahları). anlamsız zamanlarda içim tiz bir kadın sesi olup titriyor. bir biyolojik açıklaması yok elbet - nasıl olur! kesip atsam akşamları, bir tedavi olur belki. daha aydınlık bir yaşam pek şirindir üstelik! nerde periyodik günler, tutarlı saatler nerde...aman allah, düşman başına güleç bir gün ayması. hiç değilse yirmili yaşların bir anlaşılmazlığı olmalı!

kıskanmak

yüreğimi büken bu güç bir bakışa sığdıramadığım o simetrik sözcüklerdir. yazmak nedir mastar haliyle? bir eylemek , bir etmek... hiç tanımadığım insanların parmak kıpırtıları temas etmeden bana -ve beni bilmeyerek- dokunuyor ümidime. ümidimi kırıp yüreğimi büküp omuzlarımı düşürüyorlar hantal göğsüme. parmaklarımı kesiyor uzak kalem hışırtıları, parmaklarımı! birinin varmışlığı benim yok oluşumu yaz(mış)-(dı)-(ıyor)-(acak). sizin gaddar ellerinize ahım olsun. siz çok güzelsiniz. benimkisi yalnız ucuz estetik soytarılığı, taklit komedisi, parmak trajedisi...benimkisi yok, benimkisi olmayacak.