30 Ağustos 2009 Pazar

deliliğe övgü

doldum taşıyorum, uygarlık yarışında bayrağı ben taşıyorum, evet.küfür küfür kabardı içim apansız,amansız,zamansız.
erasmus delisi değilim ama gitsem mi diye düşündüm birden.devletin vereceği parayı da istemiyorum, beş kuruş için dostu düşman ediyor valla.paşa paşa giderim avrupama.ama yaptığım küçük araştırma sonucunda gördüm ki gideceğim hiçbir üniversite ankaradakinden kaliteli değil.onun eğlencesine aç olsam istanbul'a giderim, niye japonlarla eğleneyim ki?dil öğrenmek de bu işin en gerçek yalanı.gerçek çünkü işe yarıyor, yalan çünkü erasmus'a git gitme toefl'a çıkmıyor mu yolun? geri kalan kaşif ruh, ki o da bende yok sanırım.varsa da illa okul okumak gerekmiyor gezmek isteyene.onun yerine hiç aklını yormadan gezmenin yolları var.hem zaten yükseklisansa dışarda bir yere gitmek zorunda kalacağım.en iyisi şimdiden onun için para biriktirmek.yine popoma göre bir sonuç çıktı, ne güzel.
avrupa'yı da anladık: yere çöp atmıyorlar, aferin onlara.geylere karşı da anlayışlılar -ki anlayışlı olmak eylemi bile içinde bir aşağı görme barındırmıyor mu?
erken yaşta sevişiyor sevgililer, e burda da öyle olabiliyor.büyük kentler bir yerinden birbirine benzer, benim "postmodernliğin durumu"ndan anladığım bu.yasemin mori çıkmış ankaradan, norrda da ankaralı galiba, daha ne? bilmiyorum işte moda haftasından bir şey alamayacaksam paris bende şişkinlikten başka ne yaratır?bana katılmadığınızdan eminim, aslında ben de katılmıyorum.
ben avrupalı olamam, olmam zaten.ben biraz türk biraz amerikalıyım.ha avrupalılık derken tüm güzel sıfatların bileşkesini değil doğrudan bir kara parçasını, kültürünü, tarihi kastediyorum.
************
yine üşenmeyip şu saatte upuzun bir metni okuyarak -sözlerini de manalı bularak yani- siz okuyucuya faithless'tan mass destruction'ı, bütün tatlılığıyla the doors'tan hello, i love you'yu ve son olarak da tüm sevdiklerime metallica'dan die die my darling'i yolluyorum.

*başlıkta ince espri yaptım aslında.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

La planète sauvage


http://video.google.com/videoplay?docid=-3064984200803032304&hl=tr

Ost

bazı filmler müzikleriyle vardır.önemlidir yani müzikler ki daha evvel de mazdekeyi bir filmde duymanın verdiği coşkudan bahsetmiştim.bugün inciyle konuşurken onun da aynı şeyi children of men'de yaşadığını öğrendim.ne hoş.
sonra bunun örnekleri çoğaltasım geldi.yapıyorum:
*everybody's gotta learn sometimes-beck/ eternal sunshine of the spotless mind
*jump in line/day-o-harry belefonte/ beetlejuice
*mad world- gary jules/ donnie darko
*where is my mind-the pixies/ fight club(ve elbette muhteşem giriş müziğiyle the dust brothers)
*i'm deranged-david bowie/ lost highway (eveeet!)
*summer overture-clint mansell/ requiem for a dream (şarkının adı da varmış)
*1812 overture-tchaikovsky/ v for vendetta
*?-zbigniew preisner/ veronigue'in ikili yaşamı/blue (hatırlarsınız eminim, adlarını bulamadım)
*The Centurians - Bullwinkle/Pumpkin and Honey Bunny Misirlou-Dick Dale /pulp fiction
*La Valse D'Amelie-yann tiersan/ amelie
ve elbette
*the good, the bad and the ugly theme song (başka bir adı var mı ki?)

benim aklıma gelenler, elimin altındakiler bunlar.daha onlarcası, unutulmaması gerekenleri vardır mutlaka (örneğin; harry potter theme).düşünün, eğlenirsiniz.

sevgiler

16 Ağustos 2009 Pazar

13 Ağustos 2009 Perşembe

kişiye özel; tersinden de

ucuz da olsa eğlenceli be kelime oyunları, hor görmemeli bence.

çok az insanı sevdiğimden ağladım.(güzel bir şey bu dramatize etmeyin hemen).belki üç belki dört.belki de bu hali anlayamayacak kadar şanssızsınız.eğer sırf sevgiden hem de sevişmediğin biri için ağlamış iseniz ne yapacağınızı bilemediğiniz bir coşkun his doğurtmuşsa biri sizden, anlarsınız.belki çok kadınsı hatta anaç bir his.belki erkeklerin de masküler rollerinin altında(aslında üstünde) hissedebilecekleri bir histir.
-seni yazmayı planlıyorum, dedim.
-ha , ihmal etme, dedi. bu anlatmaya yetmeli.
başka yoldan anlatmak mümkün değil ne yazık ki.bir insanı yazmak da ya eksik ya yanlış olur.hele seni(ay ay).hem zaten anladığım kadarını çok iyi anlıyor olsam da anlamadığım kısmını hiç anlamıyorum.anlamadıklarımız da kalsın, böylesi daha güzel.anlatamadıklarım da aramızda...
bence çok az insanın gerçekten arkadaşı var.çok az insan gerçekten arkadaş olabiliyor, bulabiliyor.insanların yüzde yetmişi aptal diyelim(ki gerçekten iyi bir iş ancak akılla yapılır), geri kalanın yüzde altmışı da boka batmış olsun (hakiki boktan bir hayat ancak akıllı kişilerin harcıdır. akıllı kişiler de çoğunlukla akıllarını bu yolla kullanmayı bir bok zannederler,işgüzarlık bir boktur çünkü.) geri kalan küçük dilimden insanlar birbirlerini bulurlarsa eğer ortaya iyi bir dostluk çıkabilir.o da bizim gibi muhteşem insanlara düşer ancak şekerim.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

plan yaptım


koçtaş'ta kamp sandalyesi 13,90tl.ayak uzatmak için yeri bile var!bak.
ankara'da ilk boş gün işim onu almak olacak.sonra da fransızcaya yazılacağım.hem de haftasonu grubuna (haftasonunda da erken kalkmayı göze alarak, bile isteye!). alttan iki ders aldığımı ve birinden zaten geçmiş olduğumu da hatırlatmak isterim.bilen bilir o biri de siyaset bilim, sınavına gir çık ya da ödevini yap ver dersi değil.dün aklıma estiği üzere sosyoloji dersine de tekrar gireceğim.resmi olarak tekrar alma değil (tabii şimdilik). bunlarla birlikte ilef'in fotoğrafçılık derslerine de girmek planlarım arasında.artık karanlık çıkan fotoğraf istemiyorum.sinema tarihi dersi de var mıdır?
bu planların kabarttığı hevesle "yahu okusam da anlar mıyım ki?" ve "ooo, bunu not tutarak okumak gerek" tipi okumalara başladım.görseniz, imrenirsiniz.
hatta sesleri daha kısa çıkarabileceğim konusunda kendimi ikna etmiş sayılırım."e"lerim bile bu iradem karşısında düzelir gibiler.kuram değil de tarih okumaya ne zaman cesaret bulacağım bilmem.inanıyorum ki o da yakındır.
okulun 14 eylülde açılacağını öğrenmek beni yazın kapanış seramonisini düzenlemeye itti.bunun da en baş öğesi geleceğe ilişkin ümitler tasarlamaktır.kağıt kalemle yeni bir bütçe planlayayıp neleri finanse ettirebileceğim kararlaştırılır.zamanla ilgili ayarlamalar yapılır.ve bunları yaparken hep hiç olmadığım biri olacakmışım gibi bir varsayımdan yola çıkılır.aslında öyle de olur.
gelecek planım: daha nitelikle zaman kullanımı.bu yolda geçen sene televizyonun üstünü örtmüş, seda sayanı hayatımdan çıkartmıştım.(hazırlık senesinde gerçekten de hayatımın bir parçasıydı, karikatürize etmiyorum.) bu sene başka sevimsiz kısıtlamalar da getireceğim.daha bet, daha sevimsiz ve kavgacı olasım var.bu tutumun alt yapısını yalnız ve fotoğrafsız(bir ilgi alanı olanından değil elbette) zaman geçirerek hazırladım.zaten içimde hep bir gıcık kişi olma potansiyeli vardı, house daha da tetikledi sağolsun.her geçen yıl daha akademik ve daha çekilmez olmak istiyorum.
yazmaya mola verip facebook'a girdiğimde gördüm ki birçok kişi yurtdışı görgüsüzlüğüne kapılmış.(elbette ırmak ve deniz gibi görmüş geçirmiş bir gezici ruhu kast etmiyorum.) ben "sen neler yaptın?" sorusunu sormaksızın (ki sorar mıyım hiç!) umarım anıları gözlemleri anlatmaya, turistleşmenin verdiği özgüveni sergilemeye kalkışmazlar.ya da kalkışırlar, ben de yeni ümitlere ne kadar yakınım görmüş olurum.(bunları sıdıka sendromuyla yazmıyorum.birinin "çok eğlenceliyim, girişkenim, deliyim." gösterisi diğerinin güneş görmemiş cildini kızartmamalı.hele bu amaçlı bir anlatı hiç yapılmamalı.kişisel olarak da hoşlanmıyorum canım.)
.......................................

koçtaş'ta mono dome iki kişilik çadır 29,90. o da çok iyi!çocukluk özentilerimin (hollywood'dan hatırlayacağınız odada çadır kurup anne babaya küsünce onun içinde takılma faztezisi) bu kadar ucuz olacağını düşünmezdim.
hamak 19,90 ben daha ne diyeyim! çevir çevir oku inanılmaz zevk veriyor koçtaş katoloğu.bundan sonra bütün hediyeleri koçtaştan alacağım.

-şimdi öğrendim: somut plan yapmak şiddete teşvik ediyormuş. hayırlısı.

7 Ağustos 2009 Cuma

kutlu şiir akşamı

bir şeyde ya da birisinde kendini fazlaca bulduğunda rahatsız oluyor insan.yine sıkıldım bu akşam.önce şurdan burdan sakin bir şeyler dinleyeyim dedim, sarmadı.sonra rolling stones kasedimi koydum çok "let the sun shine" havasındaydı geceye hiç oturmadı.o zaman metallica dedim, yeni buldum bir yerden diskografisini (belki biraz geç, evet) ama o da olmadı işte. elime bir kitap alayım dedim, atilla ilhan,tutuklunun günlüğü'ne çıktı piyango. içinde de dayımın mülkiye günlerinden birkaç not: sevdiği şiirler. -ilginç ama el yazımız benziyor birbirine-
ne gider şiirle? aslında bir iki seçenek sıralanabilir ama ben sanat müziğini seçtim.aklıma gelen ilk şarkı "bir ihtimal daha var" oldu. üç şarkıda bir onu dinliyorum hala.kimden hem de?starda küçüklerin yarıştığı bir program vardı ya, köşe yazılarına bir hafta malzeme çıkmıştı ondan, işte ordan bir kız: latife feyza erbil.bence güzel söylüyor, değiştirmiyorum. sonracığıma, takiben akşam oldu hüzünlendim ben yine, gündüzüm seninle, kırmızı gülün alı var...hepsini hatırlayamıyorum ama bir iki saatin sonunda tıkanır gibiyim.benzemez kimse sana gibi yeni şarkıcıların(ne masum bir laf oldu öyle) alkış alma ve kendilerine derinlik verme arzusuna fazla malzeme olan zavallı şarkıları artık dinlemek gelmiyor içimden.onları listeden çıkartıyorum.şaşırtıcı bir durum da şu: "yanıyor mu yeşil köşkün lambası"nı en iyi ajda pekkan söylüyor,tabii müzeyyen senar'la kıyaslamayınca.
ha ben lafa bunları anlatmak için başlamamıştım: kendini bir şeyde bulmak. atilla ilhan'ı bırakınca yatağın arkasındaki sonsuz çukura düşmek üzere olan oruç aruoba'yı kurtardım.yakın'ın ikinci bölümü olan "kut arayana kılavuz"u açtım.öyle ortadan bir sayfa seçip okuyacaktım.açtım;
"kut, gitsen de orada göremeyeceğindir.
bu yüzden gitmeyerek burada-şimdi kurduğundur."
edebiliyor olsaydım iyi bir küfrederdim.canımı sıktı ama hoşuma da gitti.haydi bir tane daha dedim, şans tanıyormuşum gibi yazara.
"kut ufacık bir şeyin, bütün dünyayı kapsayabilmesidir-
ayrıntı ve önemsiz gibi görülebilecek birşeyi, herşey ve en önemli şey olarak görmen..."
-alaycı, siniri bozuk bir gülümseyişle istemsiz bir "hıh" -
"kut senin içinden çıkıp heryerinde olandır."
sonra
"kut, zaten bitmemesini istediğindir.
senden sonra da seni aşmasını istediğin...
kut, bilip isteyerek seni aşan-
aşacak olandır.
kut, "aşkın"dır... "
son bir tane daha,
"kut, kendine de aykırı bulduğun kendindir."

hepsi sinir bozucu, hepsi delirtici ve hepsini defalarca okumuş olsam da hala acı verici- mutlu edici.
belki şimdi benim melonkilik bir akşam yaşadığım, bunun bir duygulanım seansı olduğu, hala platonik bir aşkı büyütüyor olduğum anlaşılabilir.hiçbiri değil -gerçi şimdi hepsi aynı şey sayılır-.yazarın da dediği gibi özne hep "kut", aşk değil.aşk görmekle, dokunmakla, konuşmakla, sevmekle, izlemekle vs. olacak iş; yazmakla ,düşünmekle olan değil. bunun adı ne bilemiyorum. sadece mutluluklarının ve mutsuzluklarının hesabını yapıyor insan.hiçbir şey dilemeden.ne bileyim ne işte... ya ben anlatamadan anlayın ya da anlamayıverin, ne olacak.yine de son bir çaba olarak şunları ekleyebilirim:
"-ancak kendi kurduğun gerçekten senindir.-
kutlu ve kutsaldır."

"kut, hiçbir şey beklemeden,
beklediğindir."

"bulamayacağından kesinlikle emin olduktan sonra da, aradığın
gelmeyeceğinden kesinlikle emin olduktan sonra da, beklediğindir."

beklemek güzeldir, en azından caddede bir işin olur. dert de iyidir.bir dertle üzülebilir, kızabilir, sevinebilir, gülebilirsin.bir mana olur yani hiçbir şeyden çıkan bir şey, yaşamak ve yazmak adına.yaşamaktan çıkan şey yaşatan ve belki yazmaktan çıkan şey yazdıran olur(bir başladın mı ikisine de son veremezsin).
yani durum bir anlamda " tabib sen elleme yaramı" ya da daha asaletli biçimiyle " söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye."(şevval sam'dan ama) ...

elbette tek dert "kut" değil.onları da başka zaman konuşuruz.

**********
"kut
olmak için oldurmak
zorunda
olduğundur."
**********

6 Ağustos 2009 Perşembe

wanawanawan


samet ( canım filmcim) söylemişti güzel film diye de ben almak istememiştim.her zamanki gibi poşetin içinde benim seçtiklerimden çok başka şeyler çıkmıştı.oracıkta kırmızı fon üzerinde sarı koca puntolu yazılarıyla oldukça vasat görünüyordu, yine de mersine getirmişim.arkasında eli silahlı siyah takımlı adamlarla ,genelevden pozlarla her yerinden bayağılık akan bir filmdi bergmanların arkasında. annem nedense onu bulmuş çıkartmış.ben de yemek yerken oyalanırım diye ses etmedim.baktım almanca.iyi bari amerikan değil dedim.tesadüfler falan sıradandı belki evet ama eğlendiriyordu.annemle epeyi güldük sayesinde.bu hoşluğu muhteşemliğe çeviren şey filmin ortasında bir yerlerde türk lokantasında çalan müzik oldu. mezdeke- wana wana, hatırlamazsanız link de atayım ( http://www.youtube.com/watch?v=iWmGOd6i9m0 ). diğer müzikleri de altta kalmazdı ama beni en çok yaralayan o oldu. teşekkürler sametcim, ankarada keşfettiğim en güzel şeysin! knockin on heaven's door-thomas jahn(1997) yine linkini atıyorum: (http://www.imdb.com/title/tt0119472/) bulursanız izleyin, eğlenirsiniz.

bu arada belirtmek isterim ki mezdekeyi yalnız "vay be çocukluğumda bunları dinler, oynardım.hey gidi güzel günler..." diyerek değil aynı zamanda hala büyük bir zevkle dinleyerek ve "neden artık doğum günlerinde eğlenilmiyor ki?" diye sorarak anıyorum.zannediyorum bu anış, okan bayülgen'inkinden(makinanın 90lar programlarını hatırlayın hemen) çok daha samimi bir yaklaşım olmuştur.

4 Ağustos 2009 Salı

bu adam marshall berman.çok tatlı değil mi?akıllı biri, esprili de. şu sıralar aramızda bir yakınlaşma oldu sanki.tanıştırayım dedim.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

paranın sesi

insan nasıl gelecekten umutlu olur? neye dayanarak?
doğrusu dayanakların hiçbiri güven vermiyor bana.ne dünya on yıl sonra daha güzel olacak ne de ben şu miskinliği şu vasatlığı üstümden lekesizce atmış olacağım. beni kalburun üstünde tutacak olan ne? iyi bir eğitim mi 1.sınıf derslerini dahi takip etmezken? müthiş prestijli bir okulda hem de avrupada yükseklisans yapmak mı? ne ile, hangi bağlantıyla, hem hangi dil seviyesinde allah aşkına? kimin keşfiyle gerçekleşecek tüm dileklerim? tanrı vergisiyle mi dolacak aklım ya da kitaplıkta kitap biriktirmek ne kadar işe yarayacak? bir çeşit imaj olup çıkacak mı bunca çaba? hem birkimin saygı göreceğini de kim çıkartıyor? belki okunan her sayfa kendimden biraz daha fazla nefret etmeme yarayacak.belki ben de pazarlama derdine düşeceğim kendimi bir şirkete ve bir erkeğe tabii.
anlamak zor değil aslında: kendisi dışanda herşeye yatırım yapmalı insan ve zenginleşmek için ucuzlamalı. ha bir erdem savaşına girişilmişse eğer insanlık adına açık ki bu büyük bir yaşam savaşı olacak.hem karşı tarafta isimsiz yüzlerce pazarlamacı borç açacak başına.kimin eline bakacak insan? insanlığın alıcısı olacak mı hala? nasıl umutlu olunabilir ki? kime, neye dayanarak?

hep istemişimdir bir gün birine karşı para yırtmayı. mutlaka zamanı gelecek. acaba o gün de bu kadar umutsuz ama inatçı olur muyum?