bir şeyde ya da birisinde kendini fazlaca bulduğunda rahatsız oluyor insan.yine sıkıldım bu akşam.önce şurdan burdan sakin bir şeyler dinleyeyim dedim, sarmadı.sonra rolling stones kasedimi koydum çok "let the sun shine" havasındaydı geceye hiç oturmadı.o zaman metallica dedim, yeni buldum bir yerden diskografisini (belki biraz geç, evet) ama o da olmadı işte. elime bir kitap alayım dedim, atilla ilhan,tutuklunun günlüğü'ne çıktı piyango. içinde de dayımın mülkiye günlerinden birkaç not: sevdiği şiirler. -ilginç ama el yazımız benziyor birbirine-
ne gider şiirle? aslında bir iki seçenek sıralanabilir ama ben sanat müziğini seçtim.aklıma gelen ilk şarkı "bir ihtimal daha var" oldu. üç şarkıda bir onu dinliyorum hala.kimden hem de?starda küçüklerin yarıştığı bir program vardı ya, köşe yazılarına bir hafta malzeme çıkmıştı ondan, işte ordan bir kız: latife feyza erbil.bence güzel söylüyor, değiştirmiyorum. sonracığıma, takiben akşam oldu hüzünlendim ben yine, gündüzüm seninle, kırmızı gülün alı var...hepsini hatırlayamıyorum ama bir iki saatin sonunda tıkanır gibiyim.benzemez kimse sana gibi yeni şarkıcıların(ne masum bir laf oldu öyle) alkış alma ve kendilerine derinlik verme arzusuna fazla malzeme olan zavallı şarkıları artık dinlemek gelmiyor içimden.onları listeden çıkartıyorum.şaşırtıcı bir durum da şu: "yanıyor mu yeşil köşkün lambası"nı en iyi ajda pekkan söylüyor,tabii müzeyyen senar'la kıyaslamayınca.
ha ben lafa bunları anlatmak için başlamamıştım: kendini bir şeyde bulmak. atilla ilhan'ı bırakınca yatağın arkasındaki sonsuz çukura düşmek üzere olan oruç aruoba'yı kurtardım.yakın'ın ikinci bölümü olan "kut arayana kılavuz"u açtım.öyle ortadan bir sayfa seçip okuyacaktım.açtım;
"kut, gitsen de orada göremeyeceğindir.
bu yüzden gitmeyerek burada-şimdi kurduğundur."
edebiliyor olsaydım iyi bir küfrederdim.canımı sıktı ama hoşuma da gitti.haydi bir tane daha dedim, şans tanıyormuşum gibi yazara.
"kut ufacık bir şeyin, bütün dünyayı kapsayabilmesidir-
ayrıntı ve önemsiz gibi görülebilecek birşeyi, herşey ve en önemli şey olarak görmen..."
-alaycı, siniri bozuk bir gülümseyişle istemsiz bir "hıh" -
"kut senin içinden çıkıp heryerinde olandır."
sonra
"kut, zaten bitmemesini istediğindir.
senden sonra da seni aşmasını istediğin...
kut, bilip isteyerek seni aşan-
aşacak olandır.
kut, "aşkın"dır... "
son bir tane daha,
"kut, kendine de aykırı bulduğun kendindir."
hepsi sinir bozucu, hepsi delirtici ve hepsini defalarca okumuş olsam da hala acı verici- mutlu edici.
belki şimdi benim melonkilik bir akşam yaşadığım, bunun bir duygulanım seansı olduğu, hala platonik bir aşkı büyütüyor olduğum anlaşılabilir.hiçbiri değil -gerçi şimdi hepsi aynı şey sayılır-.yazarın da dediği gibi özne hep "kut", aşk değil.aşk görmekle, dokunmakla, konuşmakla, sevmekle, izlemekle vs. olacak iş; yazmakla ,düşünmekle olan değil. bunun adı ne bilemiyorum. sadece mutluluklarının ve mutsuzluklarının hesabını yapıyor insan.hiçbir şey dilemeden.ne bileyim ne işte... ya ben anlatamadan anlayın ya da anlamayıverin, ne olacak.yine de son bir çaba olarak şunları ekleyebilirim:
"-ancak kendi kurduğun gerçekten senindir.-
kutlu ve kutsaldır."
"kut, hiçbir şey beklemeden,
beklediğindir."
"bulamayacağından kesinlikle emin olduktan sonra da, aradığın
gelmeyeceğinden kesinlikle emin olduktan sonra da, beklediğindir."
beklemek güzeldir, en azından caddede bir işin olur. dert de iyidir.bir dertle üzülebilir, kızabilir, sevinebilir, gülebilirsin.bir mana olur yani hiçbir şeyden çıkan bir şey, yaşamak ve yazmak adına.yaşamaktan çıkan şey yaşatan ve belki yazmaktan çıkan şey yazdıran olur(bir başladın mı ikisine de son veremezsin).
yani durum bir anlamda " tabib sen elleme yaramı" ya da daha asaletli biçimiyle " söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye."(şevval sam'dan ama) ...
elbette tek dert "kut" değil.onları da başka zaman konuşuruz.
**********
"kut
olmak için oldurmak
zorunda
olduğundur."
**********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder