6 Şubat 2010 Cumartesi

bir iki fotoğraftan kolaj yaptım, çerçevesini mora boyadım

uzun zamandır uğramamışım oyun atölyesine.oyun oynayamasam yani oynatılmasam da oyunbaz mekanlarda bulunmak mutlu ediyor beni. elimde ahşap boyası, cila, parlak sarı (satıcıyı kırmamak için aldığım) boya, mutlu fotoğraflar...
telefonum çaldı. gelmiş!
evimin yolunu, okulumu, her gün ekmek aldığım fırını, her gün gördüğüm çiçekçi ablaları, dolmuş durağımı bilsin, hatırlasın istedim.hatırlasın diye anlattım sokakları sanki her mevsim başkalaşır gibi mevsim mevsim ayırarak.dinledi güya ya unutur bilirim.
kaç zamandır konuşmamıştık.bu zaman yıllarla ölçülür olmuştu. öyle uzundu, doğru. yine yazmaktan, oynamaktan, yani biçim biçim hayal etmelerimizden açılmıştı konu. çalımlı laflar etmiştik, bir o bir ben. yine garip bir biçimde daha anlatmadan anlaşmıştık. neden böyle alışıktık birbirimize? yılların rolü sanıldığından küçük...o erken uyumazdı. bense aylardır uykusuzluk hastalığından müzdaribim. konuşurken nedense uyuyakaldık birden.

sabah avaz avaz bağırdı, söylendi durdu: yok efendim uyurken yan yatıyormuşum! büyük yalan. ben bırak yan yatmayı uyumayı bile ara sıra başarabiliyorum.önce itiraz edecek oldum, baktım o çok ısrarcı kararında, ne yapayım özür diledim.

eski kitap baktık, meşhur varlık yayınları. parlak taşlara ağız ayırarak daldık tozlu bir vitrinden içeri. aziz nesin öykülerinden bir amcayla tanıştık. biraz da onun gönlünü yapmak için sahte bir ilgi besledim bir anlığına taşlara.cehaletimi azarladı amca. o da sevmeden aldı bir bilekliği. para alırken "işte" dedi amca, para almaktan utanırcasına. burktu yüreğimizi. bizim yürekler de pek müsaittiler hele birlikteyken eğilip burkulmaya. konuşurken, sessiz yürürken, şundan bundan bahsederken hep bir şaşkınlık, incelikli bir tedirginlik vardı ellerimizde. özlemişim galiba.

ahmet'in evinde buluşacaktık.geç kaldı.başka dostlar da katıldı geceye. o heyecanlı, sesleri yüksek çocukları izledim. mutluydum. uyuduk sonra.
"karda yürüyen zenci görmek isteyen koşsun!" diye bağırdım sabah.bizlerden daha gelişkin olan bacak kaslarından dolayı benden başka gören olamadı. esasında çok da acayip bir şey değildi ama odadaki herkes "oha"layarak pencereye koşmuştu. sonra geç bir kahvaltı; bim çayı, bayat poğaça, peynirli açma...ardından karda yürüyen beyazlar olduk, bir siyah, çöl çocuğu acemiliğinde ilerledik.

dostlarım haylaz ve kaçkın.bense rakılı masalarının buzlu yollarını beklerken onlara biberli ekmek hazırladım. döndüklerinde kızamadım. mutfak önlüğümle açtım kapıyı." küstüm size!" dedim, küsmedim. böyle anne olursam çekeceğim var.

sonraki gün gittiler.onu yolcularken neden hep ağlıyorum bilmiyorum. o da ağlıyor her seferinde. bir şey var; başka sevmelerimde olmayan bir şey...ne, bilmiyorum. yine aramayacak, ben yine ısrar etmeyeceğim aramakta, yine konuşmayacağız belki aylarca. sonra bir gün yine -benim ısrarımla- gelecek, yine alışık olacağız birbirimize. o anlamadığım şeyin varlığını hayretle kanıtlayıp ayrılacağız yine.

yine gel.

1 yorum:

  1. sonra...sonra gözlerim doldu.daha doğmadan!
    daha doğmadan sevdim gelecekten bir dostu.bilerek doğdum, belki ondan ağlamadım doğumdan sonra. ondandır ki benim öyle hemen gözlerim dolar ama acıdan değil sevgiden.

    yine gel.yine dolsun gözlerim.henüz doğmadım ama ben büyümeden, yine gel.gerçi o da henüz doğmadı. benden de küçüktür bedeni şimdi.büyüyecek biliyorum, elleri benimkinden tombiş olacak.o yüzden korkmuyorum. yine gel diyorum.
    yine gel.

    YanıtlaSil