hayır hiç yadırgamıyorum
niye yadırgayacakmışım hem
sen bana inanırsın temmuzun ortalarıydı
aldanacak bir şey yoktu, olmadı
gel demek neyse, su içmek neyse
geldimse, bir bardak suyu içtimse
hepsi de aynı şeydi aşağı yukarı.
ilk duydum, bir daha duymadım yağmurlar yağmadığını
sonradan çizik çizik oldu neye baktımsa
sevda
bir işe benziyordu tahta tezgahta
kirpikleri anımsatan, çocukların çizdiği güneşleri anımsatan
en çok da ellerin üstündeki kılcal damarları
sözgelimi yontardım, eğip bükerdim bir geceyarısını
ben öyle olağan şeyleri pek sevmem
içkisiz günlerimizi anımsa
bindiğimiz hangi kalyondu ve anlatsana
baş yanı bir köpekbalığının dişlerinden
arkası bir mırıldanma
bakkal çırağına benzer bir şeydi yokuş aşağı inen
içinde yağ paketleri, peynir
maydanozlar görünen
elinde bir sepetle oydu
ve işin en önemli tarafı
sana söylenecek her şey söylenmiş olurdu
boşuna mıydı yoksa nedensiz gülmelerim
bir yandan yüreğim daraldıkça
tam dediğim gibi
bir daha karşılaşmamak
bize özgü bir çoğulluktu.
şimdi bu akşamüstlerini niye sevmiyorum
ne bileyim ben neden
üstelik bir sap menekşe iliştirmiş ağzına
gidip geliyor durmadan
sabahla akşam arasında
deniz ötemde
deniz içimde
hayır hiç yadırgamıyorum yokluğunu
sarılıp gövdesine sımsıkı
bir kadın kendini doğurabilir isterse.
edip cansever
*25 şubat 2006 yazmışım ben kitabın ilk boş sayfasına, kasım 1990 yazmış adam yayınları kitabın ilk yazılı sayfasına, 1977'de yazılmış sevda ile sevgi yazan tarafından. bir akşamüstü yazılmıştır, zannediyorum.
30 Kasım 2009 Pazartesi
28 Kasım 2009 Cumartesi
musa etkisi
bir sabah uyandım ve şahit oldum ki iki tavşan dişim birbirinden mağrurca ayrılmış.anlayışla karşıladım, hoşgördüm.ertesi gün "ertesi gün geçer" dedim.bunu bütün ertesilere uyguladım.yaklaşık ondört ertesi günün ardından "üşeniyorum öyleyse yarın" demeyi kesip bir plan yapmayı planladım.gülünsün diye dikkat çektim dişlerime, gülündü nitekim.hatta geçmiş olsun araması bile aldı, yine gülündü.çeşitli şakalar türettim, yaptım, "bunları şunlara da yapayım" dedim, vazgeçtim.baktım beren saat'in de dişleri ayrık.madonna'nınki güzel bile üstelik.olsun dedim malum tüm çocukluğum onları biraraya toplamakla geçmiş, şimdi öyle bir gecede bütün çocukluk ezikliklerimin zaferinden geçemem.onları yeniden temas halinde görmek istiyorum.yıl 1999, muhitimin tek telli çocuğum.zaten boyum yaşıtlarımdan ziyadesiyle uzun olduğundan ilgi çekmekteyim, ergenliğime kalmış 2 sene.zor yıllar, kendimi çocuk hissetsem de öyle görünmemekteyim.hazır öyle de görünüyorken ve abimle aynı evde yaşıyor olmaktan büyümek hevesindeyim bir an önce.yazmaya da başlamışım efendim, ruhta bir incelik var.büyüyedurdum içten içe.baktım ki okul, mahalle çocuk.eee?olmadı işte, sevmedim hiç çocukluk arkadaşlarımı.onlar da beni pek sevmediler sanırsam.bu teller üstüne bir şakalar, bir aşağılamalar...çocuk milleti de acımasız ya, şiddet manyağı ya, manyak ya yani kısacası, uzattırlar da uzatırlar.zaten fakir bir yaşantı içinde iyice halli bir ailedenim, babam ikinci el mercedes almış, annemin tırnakları boyalı üstünde döpiyes.orta sınıflığım, ince ruhlu kibar yapım, erken ergenlik sendromlarım, dişlerimin teli sebepleriyle sevilmemekteyim, öğretmenin de gözdesiyim ayıptır söylemesi.ama ben safça, bunların hepsinin hesabını dişlerime kesiyorum.ilkokul böyle geçti.sonrası işte malum.malum değilse de işte, işte deyip geçiyorum.
bunca kötü anı yaşanmış, dert çekilmiş, teller diş etlerime heder etmiş, vidalar arkadaki kocaman dişleri kullanılmaz hale getirmiş...artık dişçilere amca diyorum, babamın bahçe kerpeteniyle diş tellerimi düzeltmek safhasına gelimişim, diplomasız ortodondistim küçük yaşımda.bunların ardından bir gecede, hem de en gözde ikili, ayrılıverdi.bunu kendime yedirememeliyim ya hiç yediremeyesim yok."eeh!" demek istiyorum "geçer be canım, alışılır elbet".
biraz önce, yolda sokakta yanımda taşıyayım diye uçakta bedava verilen küçük diş fırçılarını ararken dolabın arka taraflarında üç berbat renkte kutu gördüm."neymiş bu ya" diyerek çıkardım.onların damaklık kaplarım olduğunu anlayınca içimi korku bürüdü.neden atılmadıkları da merak konusu.kötü çocukluğumu hatırlayayım da bir yerlere yazayım ve böylece bir hatırat daha yaratıp anımsattığı anılara bir yerde daha rastlama ihtimali doğurayım ve böylece devam edip gitsin diye mi?büyük ihtimalle.ah dostlar, derdim büyük.
alakaya maydonoz gibi gelecekse de ferhan şensoy izleyelim.sonunu izleyelim, bilmiş bir çocuk olup gülümseyelim.
*ve hatta belgeseli var ayrık dişli kadınların: gap toothed woman
bunca kötü anı yaşanmış, dert çekilmiş, teller diş etlerime heder etmiş, vidalar arkadaki kocaman dişleri kullanılmaz hale getirmiş...artık dişçilere amca diyorum, babamın bahçe kerpeteniyle diş tellerimi düzeltmek safhasına gelimişim, diplomasız ortodondistim küçük yaşımda.bunların ardından bir gecede, hem de en gözde ikili, ayrılıverdi.bunu kendime yedirememeliyim ya hiç yediremeyesim yok."eeh!" demek istiyorum "geçer be canım, alışılır elbet".
biraz önce, yolda sokakta yanımda taşıyayım diye uçakta bedava verilen küçük diş fırçılarını ararken dolabın arka taraflarında üç berbat renkte kutu gördüm."neymiş bu ya" diyerek çıkardım.onların damaklık kaplarım olduğunu anlayınca içimi korku bürüdü.neden atılmadıkları da merak konusu.kötü çocukluğumu hatırlayayım da bir yerlere yazayım ve böylece bir hatırat daha yaratıp anımsattığı anılara bir yerde daha rastlama ihtimali doğurayım ve böylece devam edip gitsin diye mi?büyük ihtimalle.ah dostlar, derdim büyük.
alakaya maydonoz gibi gelecekse de ferhan şensoy izleyelim.sonunu izleyelim, bilmiş bir çocuk olup gülümseyelim.
*ve hatta belgeseli var ayrık dişli kadınların: gap toothed woman
gelenek nedir?
sevgili yeğenim aylin'e
"geldiğin yeri unutma"
latif dayı
yazdı dayım "quarreling with god"ın baş sayfasına.dedemin ölümüyle o, tanrıyla atışmaya uzun zamandan sonra yeniden başladı.inanıp inanmadığını merak etsem de soramıyorum ağızda çok çiğ durduğundan bu soru.var bir kavgası ama işte, tapınacak değil savaşılacak bir şey olarak görüyor galiba onu. bende, biliyorsunuz, o'lar küçük yazılıyor.
annem yaşar kemal sever, aytmatov sever.ben de severim.gelenek bilirim, gelenekle yaşamak ne anlarım bu sebepten.fakat gelenekle nasıl bir bağ kurulmalı henüz içinden çıkabilmiş değilim.nice rol, bir çocuk-genç olarak, bir kadın olarak, bir modern insan-birey olarak bana dar, bize dar.nice modernlik de el öpen, kahve yapan, akrabalıkları ister istemez yaşatan, anne babayla yine ister istemez bin türlü bağ ile bağlı ben, biz için şimdilik büyük gelir.aklıma berman'dan bir söz geliyor her gelenek deyişimde.dua gibi tekrarlayıp duruyorum içimden: "gelenek düpedüz uysal köleliktir." itaatkar olma!itaatkar olma hiçbir şeye, hiçkimseye karşı!ant içip şerefim üstüne, saf tutuyorum bu düstura. yine de işte "toprak ana", "beyaz gemi", "gün olur asra bedel",...yeniye tapınma, oldukça "modern" bir tutumdur üstelik ve modern sözcüğü pek çok kötüleyici anlam barındırır.gerçi tırnak içinde ne yazılsa bir yerinden mutlaka mecaza takılır.
yani geldiğim yeri unutmayacak olsam da utanmadan onu tırnak içine alabilirim.
iran sineması üzerine okurken de bayram ritüellerini uyuşmuş bir biçimde yerine getirirken de "gelenek ne menem şey böyle?" diye sorup durdum kendi kendime.bir yere vardığım yok.o yazının da aralıkta teslim edileceği yok zaten.
bu arada, iran sineması üzerine söyleyecek sözünüz varsa söyleyin, yazayım.
*
sevmezsiniz ama dayımla başladım, dayımla bitireyim: bana seni gerek ve yunus emre'den dost deyi deyi
bir de bir film izle(til)dim bugün: (1965) sevmek zamanı.müşfik kenter'in gençliğini gördüm. teşekkürler inci.
"geldiğin yeri unutma"
latif dayı
yazdı dayım "quarreling with god"ın baş sayfasına.dedemin ölümüyle o, tanrıyla atışmaya uzun zamandan sonra yeniden başladı.inanıp inanmadığını merak etsem de soramıyorum ağızda çok çiğ durduğundan bu soru.var bir kavgası ama işte, tapınacak değil savaşılacak bir şey olarak görüyor galiba onu. bende, biliyorsunuz, o'lar küçük yazılıyor.
annem yaşar kemal sever, aytmatov sever.ben de severim.gelenek bilirim, gelenekle yaşamak ne anlarım bu sebepten.fakat gelenekle nasıl bir bağ kurulmalı henüz içinden çıkabilmiş değilim.nice rol, bir çocuk-genç olarak, bir kadın olarak, bir modern insan-birey olarak bana dar, bize dar.nice modernlik de el öpen, kahve yapan, akrabalıkları ister istemez yaşatan, anne babayla yine ister istemez bin türlü bağ ile bağlı ben, biz için şimdilik büyük gelir.aklıma berman'dan bir söz geliyor her gelenek deyişimde.dua gibi tekrarlayıp duruyorum içimden: "gelenek düpedüz uysal köleliktir." itaatkar olma!itaatkar olma hiçbir şeye, hiçkimseye karşı!ant içip şerefim üstüne, saf tutuyorum bu düstura. yine de işte "toprak ana", "beyaz gemi", "gün olur asra bedel",...yeniye tapınma, oldukça "modern" bir tutumdur üstelik ve modern sözcüğü pek çok kötüleyici anlam barındırır.gerçi tırnak içinde ne yazılsa bir yerinden mutlaka mecaza takılır.
yani geldiğim yeri unutmayacak olsam da utanmadan onu tırnak içine alabilirim.
iran sineması üzerine okurken de bayram ritüellerini uyuşmuş bir biçimde yerine getirirken de "gelenek ne menem şey böyle?" diye sorup durdum kendi kendime.bir yere vardığım yok.o yazının da aralıkta teslim edileceği yok zaten.
bu arada, iran sineması üzerine söyleyecek sözünüz varsa söyleyin, yazayım.
*
sevmezsiniz ama dayımla başladım, dayımla bitireyim: bana seni gerek ve yunus emre'den dost deyi deyi
bir de bir film izle(til)dim bugün: (1965) sevmek zamanı.müşfik kenter'in gençliğini gördüm. teşekkürler inci.
23 Kasım 2009 Pazartesi
karar
"ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi." şimdi artık, son karar, yalansız yaşamak.söylediğim yalanları geri alıyorum.artık varlık kadar ağırlık...sözler de ağır, varoldukları kadar.varlığım kadar...korkmadan, susmadan ve yerli yersiz gülümsemeden allah aşkına!gülerek, gülünerek, görgüsüzce hem de."ne kadar rezil olursak o kadar iyi."o kadar iyi! aklımda aklımı sıkıştıran düşünceler var.onlar böylece, dile gelmeden de ağırlar.
yeğlerim "yalnızlığın beyaz ortodontik dişlerini" kafeterya camlarından akan sahte gülümseyişime, bundan böyle. "ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi."o kadar iyi!
yeğlerim "yalnızlığın beyaz ortodontik dişlerini" kafeterya camlarından akan sahte gülümseyişime, bundan böyle. "ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi."o kadar iyi!
21 Kasım 2009 Cumartesi
bir yol; beş bölüm
bölüm bir-song to the siren
bir yolu tutup anlatmak zordur.çünkü giden yoldur, aksi söylenmiş olsa da.ben kendimden başka hiçbir yere gidemiyorum.yolların gitmesini beklemekle uzuyor zaman.neyse ki akşamlar artık daha çabuk olgunlaşıyorlar.
*
bölüm iki-le voyage de penelope
kime eğilip baksanız, başınız döner.siz derinliği ölçene kadar iş işten geçmiştir bile.
herkes boğularak ölmek ister ya da ölmeden önce hiç değilse bir kez boğulmak...
*
bölüm üç-ave maria
"dünyada en güzel şehirler uyanır,
ben yirmi yıl şehirlerin sonsuz uyanışlarını seyrettim.
(...)
kadınlar, erkekler, çocuklar hep aynı şekilde hayal ederler
yani hepsinin rüyaları yaşamaya ait olduğu meydanda,
geniş ovalarda, kayan trenlerde seyahat edenler yataklarını düşünürler;
uyuyamazlar.
kapanık bir gök önünde açık caddelere karşı soyunanların
aşkları bende saklıdır.
herkese ait bütün aşklar yataklarda yaşanır.
ben dünyanın bütün yataklarına izinsiz giriyorum.
(...)
sen en güzel uykuları yatağının dışında uyursun.
dünya, yıldızlarıyla sencileyin bir keyf içindedir.
evlerini, kalkan gemiler, trenler için terk edenlerin sıkıntıları
bence bilinmektedir.
bu camlı sahil kahvesinden gemilere bakan,
büyük firarlar peşinde hergün istasyonlarda görülen bu gezgin kadın
dünyayı tek başına sever.
bu sabahla, sokaklara düşen yataklardan kaçmış
dünyada, yataklarda çok uykusuz vardır.
(...)
sen en güzel şarkılarını dünyanın bütün şehirlerine karşı söylersin.
bütün şehirler insanları sevmeye mahsustur."
ilhan berk
*
bölüm dört-banavaarii re
mutlu şeyler de oldu çokça.hepsi açıktan açığa oldu.gizlemedim; söylemedim de.
*
bölüm beş-alf leyla wa leyla
ah, kahverengi kuş...her kuş şen öter sandı insanlar, oysa hiçbir konuşmaya anlam yüklememişti kuşlar: çevirmenin en baş notu budur.
-beş millete daha çıkardı bu yol ya, onlar da dönüşe...
bir yolu tutup anlatmak zordur.çünkü giden yoldur, aksi söylenmiş olsa da.ben kendimden başka hiçbir yere gidemiyorum.yolların gitmesini beklemekle uzuyor zaman.neyse ki akşamlar artık daha çabuk olgunlaşıyorlar.
*
bölüm iki-le voyage de penelope
kime eğilip baksanız, başınız döner.siz derinliği ölçene kadar iş işten geçmiştir bile.
herkes boğularak ölmek ister ya da ölmeden önce hiç değilse bir kez boğulmak...
*
bölüm üç-ave maria
"dünyada en güzel şehirler uyanır,
ben yirmi yıl şehirlerin sonsuz uyanışlarını seyrettim.
(...)
kadınlar, erkekler, çocuklar hep aynı şekilde hayal ederler
yani hepsinin rüyaları yaşamaya ait olduğu meydanda,
geniş ovalarda, kayan trenlerde seyahat edenler yataklarını düşünürler;
uyuyamazlar.
kapanık bir gök önünde açık caddelere karşı soyunanların
aşkları bende saklıdır.
herkese ait bütün aşklar yataklarda yaşanır.
ben dünyanın bütün yataklarına izinsiz giriyorum.
(...)
sen en güzel uykuları yatağının dışında uyursun.
dünya, yıldızlarıyla sencileyin bir keyf içindedir.
evlerini, kalkan gemiler, trenler için terk edenlerin sıkıntıları
bence bilinmektedir.
bu camlı sahil kahvesinden gemilere bakan,
büyük firarlar peşinde hergün istasyonlarda görülen bu gezgin kadın
dünyayı tek başına sever.
bu sabahla, sokaklara düşen yataklardan kaçmış
dünyada, yataklarda çok uykusuz vardır.
(...)
sen en güzel şarkılarını dünyanın bütün şehirlerine karşı söylersin.
bütün şehirler insanları sevmeye mahsustur."
ilhan berk
*
bölüm dört-banavaarii re
mutlu şeyler de oldu çokça.hepsi açıktan açığa oldu.gizlemedim; söylemedim de.
*
bölüm beş-alf leyla wa leyla
ah, kahverengi kuş...her kuş şen öter sandı insanlar, oysa hiçbir konuşmaya anlam yüklememişti kuşlar: çevirmenin en baş notu budur.
-beş millete daha çıkardı bu yol ya, onlar da dönüşe...
17 Kasım 2009 Salı
homo economicus ve paribus
öncelikle;
seviyorum dediklerimin yüzde yetmiş dördüne ne sevgi ne nefret yalnız kaçınılmaz bir alışkanlık beslediğimi bilgilerinize arz eder, maruz kalınan azamiyetlerden işkillenmenizi naçizane tavsiye ederim.
sonrasında:
senin rasyonel tavırların benim canım, çoğunlukla korkmaktan ve ahmaklıktandır.düşünsene, genelin aklı dediğin (ki sen demesen de buna öyle diyorlar) ne kadar parlak olabilir ki? yani ziyadesiyle normalsen bir tanem (ki bu biricikliğini çürütür) ya korkaksındır ya ahmak (aptal dememem bilinçli) ya da yüksek ihtimal ikisi birden ne acı ki. sizi muhakkakiyetle tenzih ederim.
ama ceteris paribus mümkün olsaydı eğer
bambaşka olurdu belki herşey
galiba paribus'un halt yemesinden
ve benim ihlak ve iflah olmaz aymazlığım!
ve aynı ceteris paribus gibi tüm bağlaçların da "idea"lojik olması
bağlamlanamamakla beraber bağlaçların bağımsızlıkları
ve bu bağlamda yalnızlık
ha bir de kutsal kitapların kötü dilleri çeviri yetersizliğinden değil.yoksa pekala çevrilebilirlerdi mete tuncay tarafından.(hem hani güneş dildi!)
yine de inanmak denen şeyin insana kendini direterek dirilmesi
ve dirimsellik ilkesi
açık ki şunun ya da bunun üzerine düşünmekle başlamadı düşünmek.
yani adam gidip taşa bakıp uzun uzun, "taş" demedi (ki "taş" bir emir bildirmez).
ama ben karanlığa bakarken bu gece
hiçbir şey görmemekten mütevellit
düşüncelerim bindi bir sözcüğün sırtına
kamçıladı ha bire kafamı
sözcüğü söylemeyeceğim.
zaten, ya anlam vardır ya mc^2.
anlaartıkanlaartıkanlaartıkanlaartıkanlaarıkanlaartıkanlaartıkanlaartık
işe yaramıyor teacher!
sen sondan eklemeye devam et.ben arap doğmalıydım:http://fizy.com/s/12b494
sabah oldu.güvercinler var.
ben bir martıyı iki kanadından tutup kurban etmek isterdim "eğer"in başına.
güvercinler var.
günaydın yüzde yirmi altı.bugün herşey ceteris paribus.
seviyorum dediklerimin yüzde yetmiş dördüne ne sevgi ne nefret yalnız kaçınılmaz bir alışkanlık beslediğimi bilgilerinize arz eder, maruz kalınan azamiyetlerden işkillenmenizi naçizane tavsiye ederim.
sonrasında:
senin rasyonel tavırların benim canım, çoğunlukla korkmaktan ve ahmaklıktandır.düşünsene, genelin aklı dediğin (ki sen demesen de buna öyle diyorlar) ne kadar parlak olabilir ki? yani ziyadesiyle normalsen bir tanem (ki bu biricikliğini çürütür) ya korkaksındır ya ahmak (aptal dememem bilinçli) ya da yüksek ihtimal ikisi birden ne acı ki. sizi muhakkakiyetle tenzih ederim.
ama ceteris paribus mümkün olsaydı eğer
bambaşka olurdu belki herşey
galiba paribus'un halt yemesinden
ve benim ihlak ve iflah olmaz aymazlığım!
ve aynı ceteris paribus gibi tüm bağlaçların da "idea"lojik olması
bağlamlanamamakla beraber bağlaçların bağımsızlıkları
ve bu bağlamda yalnızlık
ha bir de kutsal kitapların kötü dilleri çeviri yetersizliğinden değil.yoksa pekala çevrilebilirlerdi mete tuncay tarafından.(hem hani güneş dildi!)
yine de inanmak denen şeyin insana kendini direterek dirilmesi
ve dirimsellik ilkesi
açık ki şunun ya da bunun üzerine düşünmekle başlamadı düşünmek.
yani adam gidip taşa bakıp uzun uzun, "taş" demedi (ki "taş" bir emir bildirmez).
ama ben karanlığa bakarken bu gece
hiçbir şey görmemekten mütevellit
düşüncelerim bindi bir sözcüğün sırtına
kamçıladı ha bire kafamı
sözcüğü söylemeyeceğim.
zaten, ya anlam vardır ya mc^2.
anlaartıkanlaartıkanlaartıkanlaartıkanlaarıkanlaartıkanlaartıkanlaartık
işe yaramıyor teacher!
sen sondan eklemeye devam et.ben arap doğmalıydım:http://fizy.com/s/12b494
sabah oldu.güvercinler var.
ben bir martıyı iki kanadından tutup kurban etmek isterdim "eğer"in başına.
güvercinler var.
günaydın yüzde yirmi altı.bugün herşey ceteris paribus.
16 Kasım 2009 Pazartesi
14 Kasım 2009 Cumartesi
don juan'ın anısına ergen bir yazı
Bu uçak yırtılmış.
Gemi de ha bire su alıyor, ayıp olmasın diye söylemiyorum.
Buraların boya zamanı gelmiş.
Bakma, şimdilik idare ediyoruz.
böyle yaşanmaz.yazacak bir şey olmadan...her insan en az ayda bir kez aşık olmalı, haftada en az bir kez sarhoş olmalı ve hergün en az bir kez yazacak bir şeyler bulmalı- ki yaşadım diyebilsin.gün doldurur gibi, hep daha güzel günleri bekleyerek yaşanmaz.yirmi yaşında bir an önce yaşlanmayı dileyerek yaşanmaz.aşık olmadan yaşanmaz.ona yaşamak denmez yani.
dün birisine hararetle bir şeyler anlatırken görülmüşüm.ne mutlu, ne hayat dolu bir kare.oysa genelde susup karşı tarafın bu işten rahatsız olup olmadığını tartmak oyununu oynarım.eğlenmek için yapmam, sadece yaparım işte bazı bazı.ve ben insanlarla eğlenmem.eskiden alay ederdim, bir süredir hiç etmiyorum.etmeyi de sevmiyorum.onlara gülüyorum, bir takım şeylerini komik buluyorum.ha aşağı ve yukarı gördüklerim de oluyor.ama alay etmiyorum.arada nüans var; anlatamıyorum, ağlatmayın.
abimin doğum gününü hatırlayamıyorum.bütün gün defalarca düşündüm, bulamadım.bırak gününü hangi ay olduğunu bile çıkartamadım.otuza kadar saydım, hiçbir sayı tanıdık gelmedi.galiba "eternal sunshine of the spotless mind" ki onlar bile hatırlıyorlar birbirlerini sonradan.nasıl bu kadar unutkan olabilirim?nasıl böyle lekesizce unutabilirim? aptallıkla açıklanamaz gibi geliyor.hastayım bence.
bugün üçüncü kez izledim sil baştan'ı ki orjinal uzun ismi çok daha hoştur.saçımı boyamak istiyorum ama annem-babam endişelenir.bu halimle daha makul daha hanım daha normal daha komşu çocuklarına örnek gösterilesi daha kibarlığına kibarlık katmak için sesini incelterek konuşan daha "pretty girl" jennifer'ın seslenişiyle daha yurt güvenlikçilerince güven duyulan bir tip oluyorum ve pastaneci "buyur abisi" derken ya da yurt görevlisi "şimdi git sonra gel ablacım" derken ya da sınıftaki pretty kız bana "ciciş" derken ikinci kez düşünmeye gerek duymuyor.oysa ben gizli gizli pure reason revolution dinleyip sürrealist film izliyorum.ve canım benim, insanları ve dünyayı ve seni sevmiyorum.hatta bazen çok içten küfrediyorum, inanmazsın.
2012'de hepberaber ölsek bari.gerçi ben büyük ihtimalle hiç yaşamamış olacağım.
ambassadors return- http://fizy.com/s/19dgfp
Gemi de ha bire su alıyor, ayıp olmasın diye söylemiyorum.
Buraların boya zamanı gelmiş.
Bakma, şimdilik idare ediyoruz.
böyle yaşanmaz.yazacak bir şey olmadan...her insan en az ayda bir kez aşık olmalı, haftada en az bir kez sarhoş olmalı ve hergün en az bir kez yazacak bir şeyler bulmalı- ki yaşadım diyebilsin.gün doldurur gibi, hep daha güzel günleri bekleyerek yaşanmaz.yirmi yaşında bir an önce yaşlanmayı dileyerek yaşanmaz.aşık olmadan yaşanmaz.ona yaşamak denmez yani.
dün birisine hararetle bir şeyler anlatırken görülmüşüm.ne mutlu, ne hayat dolu bir kare.oysa genelde susup karşı tarafın bu işten rahatsız olup olmadığını tartmak oyununu oynarım.eğlenmek için yapmam, sadece yaparım işte bazı bazı.ve ben insanlarla eğlenmem.eskiden alay ederdim, bir süredir hiç etmiyorum.etmeyi de sevmiyorum.onlara gülüyorum, bir takım şeylerini komik buluyorum.ha aşağı ve yukarı gördüklerim de oluyor.ama alay etmiyorum.arada nüans var; anlatamıyorum, ağlatmayın.
abimin doğum gününü hatırlayamıyorum.bütün gün defalarca düşündüm, bulamadım.bırak gününü hangi ay olduğunu bile çıkartamadım.otuza kadar saydım, hiçbir sayı tanıdık gelmedi.galiba "eternal sunshine of the spotless mind" ki onlar bile hatırlıyorlar birbirlerini sonradan.nasıl bu kadar unutkan olabilirim?nasıl böyle lekesizce unutabilirim? aptallıkla açıklanamaz gibi geliyor.hastayım bence.
bugün üçüncü kez izledim sil baştan'ı ki orjinal uzun ismi çok daha hoştur.saçımı boyamak istiyorum ama annem-babam endişelenir.bu halimle daha makul daha hanım daha normal daha komşu çocuklarına örnek gösterilesi daha kibarlığına kibarlık katmak için sesini incelterek konuşan daha "pretty girl" jennifer'ın seslenişiyle daha yurt güvenlikçilerince güven duyulan bir tip oluyorum ve pastaneci "buyur abisi" derken ya da yurt görevlisi "şimdi git sonra gel ablacım" derken ya da sınıftaki pretty kız bana "ciciş" derken ikinci kez düşünmeye gerek duymuyor.oysa ben gizli gizli pure reason revolution dinleyip sürrealist film izliyorum.ve canım benim, insanları ve dünyayı ve seni sevmiyorum.hatta bazen çok içten küfrediyorum, inanmazsın.
2012'de hepberaber ölsek bari.gerçi ben büyük ihtimalle hiç yaşamamış olacağım.
ambassadors return- http://fizy.com/s/19dgfp
11 Kasım 2009 Çarşamba
bidesen
http://fizy.com/s/12er1r
"yeşil bir deniz uçuyor
duvarlardan içeriye yıkılıyor
camlardan sarhoş bi rüzgar
zemin,
düşen bir tarla
beyaz gölgeler içimde çemberler çiziyor
beklenti.
batan bir dünya bu
yıpranmış çamların ardında
her bir evin kafa tasında
fırıl fırıl dönüyor kör bir öfke
batan bir dünya bu..
bir kuşkuyu alıyor ellerine
batan bir dünya bu
etime..
yanıp yok oluyor bir cümle
tümce doğuruyor
bense bi desenden başka bir şey değilim
balık sırtına çizilmiş
batan bir dünya bu
batmış etime
yağmur sonu birikintilerinde yüzen bir balık
sırtına çizilmiş
batan bir dünya bu
batmış etime
bense balık sırtına
çizilmiş bi desenden
bi de senden bi desene
bi de sensen
sen desenden başka bişiysin.
yırtıldıkça bütün mavilerin turuncuları
kayboluyorsun bu gölgelikte
sonsuzluktan bahseden gölgelerde
ölülerin sesleri sonsuz
ardıç kuşunu susturacak kadar
ölülerin nabzı yok
ardıç kuşunu susturacak kadar
sessiz ve derinden
sessiz ve kimsesiz
kör bir öfke.
batan bir dünya bu
çırpındıkça battığın bi rüya bu
detone detone haykırışlarına karışan.
güya bu."
"yeşil bir deniz uçuyor
duvarlardan içeriye yıkılıyor
camlardan sarhoş bi rüzgar
zemin,
düşen bir tarla
beyaz gölgeler içimde çemberler çiziyor
beklenti.
batan bir dünya bu
yıpranmış çamların ardında
her bir evin kafa tasında
fırıl fırıl dönüyor kör bir öfke
batan bir dünya bu..
bir kuşkuyu alıyor ellerine
batan bir dünya bu
etime..
yanıp yok oluyor bir cümle
tümce doğuruyor
bense bi desenden başka bir şey değilim
balık sırtına çizilmiş
batan bir dünya bu
batmış etime
yağmur sonu birikintilerinde yüzen bir balık
sırtına çizilmiş
batan bir dünya bu
batmış etime
bense balık sırtına
çizilmiş bi desenden
bi de senden bi desene
bi de sensen
sen desenden başka bişiysin.
yırtıldıkça bütün mavilerin turuncuları
kayboluyorsun bu gölgelikte
sonsuzluktan bahseden gölgelerde
ölülerin sesleri sonsuz
ardıç kuşunu susturacak kadar
ölülerin nabzı yok
ardıç kuşunu susturacak kadar
sessiz ve derinden
sessiz ve kimsesiz
kör bir öfke.
batan bir dünya bu
çırpındıkça battığın bi rüya bu
detone detone haykırışlarına karışan.
güya bu."
8 Kasım 2009 Pazar
sıkkın
süt tozu fazla kaçmış soğuk kahve nasılsa ben de öyleyim.uyanır uyanmaz mayıs sıkıntısı'nı* izledim.sonra biraz daha uyudum, rüya gördüm.ikinci uyanışımda paris sıkıntısı'ndan okudum.baktım odam dağınık, lavabom da tıkalı, masa lambası da patlamıştı.o zaman hiç kalkmayayım dedim.sıkıntılı şarkılar dinledim.geçenlerde laf arasında geçmişti, ben de içimden "bak o da vardı,ah sevgili servis camı." demiştim; opeth dinledim.o ve türevi gruplar yüzünden inci üç yıl günaydın dememiş, diyenlere de boş gözlerle bakıp yapmacıktan gülümsemişti-hatta cevaben ofladığı da görülmüştür.herneyse ben de o havadaydım, hava o hava değilse de.dışarı baktım, ankara kalesi hala yerinde."iyi o zaman."
sonrası da bunun gibi işte.saat oldu dokuz.yarın sınavım var.bir iç hastalık geçirmekteyim- raporunu da kendim yazayım dedim.
asıl mesele, yine telefonum kapalıydı.beni arayan herkesi* çarşamba günü arayacağım.sırf bu amaç uğruna gidip kontör aldım.fiyatı karşısında her seferinde yaşadığım şaşkınlığı tekrar yaşadım.beş yıl önce 11.5'tu.ben orada sabitledim.demek oluyor ki beş yıldır* telefonla ilişkim kötü.bazen zararı dokunuyor ama ben yine de çok seviyorum bu huyumu.
-ve düşündüm de haksızım gerçekten.
"sabah için çok erkendir, gece için çok geç bazen."* ya, buna facebookta sıçtın mavisi* diyorlar hani, "işte öyle bir şey"...henüz görmediğim bir renk gerçi o, daha o kadar üniversiteli olamadım.ama ben akıllı, zeki ve ahlaklı olduğumdan her türlü komploya rağmen(kendiniz hatırlayın, bkz. vermiyorum) tembelliğimden ve uyuzluğumdan ödün vermeksizin üstün zekalılar sınıfına girmiştim.o zaman ömür boyu başarı ödülünü almam gerekmez mi?oysa bütün öğrencilik hayatım çalışmadan da başarırım cakasına dayanıyor benim. böyle mi olacaktık brütüs?
neyse işte dostlar, vaziyet bu.odamda volta atar sorarım: "neden, neden neden neden daracık yaparlar bu evleri?"
geçsin bu hafta, hiç yaşanmamışçasına.
haydi herkese iyi şanslar!
*yorum yapamıyorum filmle ilgili de neden çehov'un anısını yazıyor en sonunda onu bilemedim.bir de teşekkür kısmında "kardeşler pide salonu"na teşekkür etmiş nuri bilge ceylan. annanemin evinin karşısındaki pide salonunun adı da kardeşler.sanıyorum bu isimdaşlık cumhuriyet meydanı, bahçelievler mahallesi gibi bir şey.pideciye teşekkürü de çok takdir ettim. (-bak mesela haksız olduğumu burda da ispatlıyorum kendimle çelişerek.)
*tuğçe sana diyorum duygu sen anlama.
*bu da beş yıldır tek tabanca olduğum anlamına gelir ki o tabanca patlamaya hiç de hevesli değil.
*enis batur yazmış, ben de okumuşum.(genelde adanalılar -di'li geçmiş yerine -miş'li geçmiş kullanırlar-en azından benim tanıdıklarım öyle yapıyor-. ben de her seferinde gıcık olurum.)
*gördüm seni ahmet, çık o gruptan!
herneyse işte.uluslararası politika...
-ha bu arada ben öss'de 2903.'ydüm ya 2902.yle aynı sınıfta silah arkadaşıymışız meğer.dün tesadüfen öğrendim, manasızca sevindim bu işe.
sonrası da bunun gibi işte.saat oldu dokuz.yarın sınavım var.bir iç hastalık geçirmekteyim- raporunu da kendim yazayım dedim.
asıl mesele, yine telefonum kapalıydı.beni arayan herkesi* çarşamba günü arayacağım.sırf bu amaç uğruna gidip kontör aldım.fiyatı karşısında her seferinde yaşadığım şaşkınlığı tekrar yaşadım.beş yıl önce 11.5'tu.ben orada sabitledim.demek oluyor ki beş yıldır* telefonla ilişkim kötü.bazen zararı dokunuyor ama ben yine de çok seviyorum bu huyumu.
-ve düşündüm de haksızım gerçekten.
"sabah için çok erkendir, gece için çok geç bazen."* ya, buna facebookta sıçtın mavisi* diyorlar hani, "işte öyle bir şey"...henüz görmediğim bir renk gerçi o, daha o kadar üniversiteli olamadım.ama ben akıllı, zeki ve ahlaklı olduğumdan her türlü komploya rağmen(kendiniz hatırlayın, bkz. vermiyorum) tembelliğimden ve uyuzluğumdan ödün vermeksizin üstün zekalılar sınıfına girmiştim.o zaman ömür boyu başarı ödülünü almam gerekmez mi?oysa bütün öğrencilik hayatım çalışmadan da başarırım cakasına dayanıyor benim. böyle mi olacaktık brütüs?
neyse işte dostlar, vaziyet bu.odamda volta atar sorarım: "neden, neden neden neden daracık yaparlar bu evleri?"
geçsin bu hafta, hiç yaşanmamışçasına.
haydi herkese iyi şanslar!
*yorum yapamıyorum filmle ilgili de neden çehov'un anısını yazıyor en sonunda onu bilemedim.bir de teşekkür kısmında "kardeşler pide salonu"na teşekkür etmiş nuri bilge ceylan. annanemin evinin karşısındaki pide salonunun adı da kardeşler.sanıyorum bu isimdaşlık cumhuriyet meydanı, bahçelievler mahallesi gibi bir şey.pideciye teşekkürü de çok takdir ettim. (-bak mesela haksız olduğumu burda da ispatlıyorum kendimle çelişerek.)
*tuğçe sana diyorum duygu sen anlama.
*bu da beş yıldır tek tabanca olduğum anlamına gelir ki o tabanca patlamaya hiç de hevesli değil.
*enis batur yazmış, ben de okumuşum.(genelde adanalılar -di'li geçmiş yerine -miş'li geçmiş kullanırlar-en azından benim tanıdıklarım öyle yapıyor-. ben de her seferinde gıcık olurum.)
*gördüm seni ahmet, çık o gruptan!
herneyse işte.uluslararası politika...
-ha bu arada ben öss'de 2903.'ydüm ya 2902.yle aynı sınıfta silah arkadaşıymışız meğer.dün tesadüfen öğrendim, manasızca sevindim bu işe.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)