kapıyı hafifçe kapattı.yavruağzı renginde anahtarlığına asılı anahtarlarını(ki yalnızca iki anahtarı vardır) her zamanki gibi çantasının açık ön gözüne attı-kapısı belirsiz bir anahtarı kim ne yapsındı-.eliyle cüzdanını alıp almadığını yokladı. fermuarlı gözde eline şişkince bir dikdörtgen geldi.sorumlulukları yanındaydı, yanında gezdirdiği tek zevki ise siyah trençkotunun sol cebinde.telefonlarını bilerek dairesinde unuttu.gerek olmayacaktı.
bu kez beyaz ve temiz merdivenleri kullandı.dört kat, beş uzun koridor geçti.kapıyı iterek açtı, ilk açık nefesini uzun aldı.o çirkin, haşmetli binayı ardında bırakırken ne dinlemek istediğine dair önemli bir karar aldı.sonradan anlayacaktı ki, ne seçse yanlış olmayacaktı.durdu, kulaklıklarını taktı, müzik çalarıyla kısa bir süre oynadı, aradığı buydu.(chapter 3)
akşamla öğle arasında, akşama yakın bir zamandaydı.akşamüzeri, kuşluk vakti, öğleden sonra gibi kavramlar onun için hala genelgeçer anlamlarına oturmamaış, şaibeli kavramlardır.güneşin battığı yöne doğru yürümeye başladı.başladı diyorum çünkü devam edecek ve bir süre durmayacaktı.yoldan bir beklentisi yoktu.zaten birileriyle karşılaşma ihtimali oldukça düşüktü yenisi olduğu o kentte.bir çocuk aramadı, ihtiyar cumhuriyetçi bir çift aramadı, liseli çocuklar aramadı; hiçbir mana aramadı yolda.yola bir durak koymadı.hiçbir yere gitmiyor yalnızca yürüyordu.(chapter 5)
güneş batarken doğarkenkinden daha umutlu sanki, diye düşündü.gök turuncuydu.turuncu karaktersiz bir renkti nezdinde ama mavinin üstündeki tozlu halini severdi.boynunda annesinin ördüğü karaktersiz turuncu bir atkı sarılıydı.atkı şıklık kaygısından olabildiğince uzaktı.yumuşak ve sıcaktı.belki başka zaman olsa çoktan yorulmuş olurdu ama o zaman yorulmak hiç aklına gelmeyecekti.
o aheste, zaman süratliydi.kafasını kaldırıp kontrol ettiği kadarıyla bulutlar süratle renk değiştirip güneşe doğru yol alıyorlardı.o zaten ne bulutlardan hava tahmini çıkarabilir ne de meteorolojinin öngörüsüne güvenirdi.hem habersiz bir yağmur onu ancak mutlu ederdi.ki hayatında pek az şeye şaşar, şaştıklarının pek azına böyle çocuk bir sevinç besleyebilirdi.bir süre aklından geçen onlarca düşünce arasına ince bağlar dokuyarak, sonra aniden bir korna sesiyle mesela irkilip düşüncesinden uyanarak, dikkatini makul düzeyde işler kılmaya çabalayarak yürümeye devam etti.ve işte,nihayet, yağmur üzerine üç damla çiseledi. (chapter 2)
yağmur hızlandı.yağmur olabilecek en güzel şeydi- belki de tüm zamanlar için öyleydi.yağmur sözcükler gibi güzeldi.
yorulmadan, hiçbir anahtara en ufak bir aidiyet hissetmeden, yönsüzce, amaçsızca, durmadan, sorgulamadan, nitelemeden, karanlık bir boşlukta uzanır gibi başka bir eylem ihtimalini düşünmeksizin yürüdü.yağmur için yağmak neyse onun için yürümek de oydu. (chapter 7)
(...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder